24 Şubat 2018 Cumartesi

Yarım..

Hadi kaldıralım kadehleri..
Tom Waits çalıyor şu an..
Kendimi ne kadar toparlamaya çalışsam da hep dağınığım..
Biliyorum..
Bazı şarkılar insanın parçalanmışlığını o kadar güzel hatırlatıyor ki.
Ya da belki hatırladığımız için o şarkılara sığınıyoruz..
Kafam her zamanki gibi karışık, bilirsin..
Gözlerimdeki hüznü de, kafamdaki karışıklığı da bilmeden, görmeden sevmedin mi beni sen?
Dün gece gene ''Bende ne buluyorsun? Beni neden seviyorsun?'' diye sorduğunda sana verilecek bir fıçı cevabım vardı..
Evet.. Bir fıçı..
Çünkü bazen yazamıyorum, içiyorum..
Ben içince daha çok kendim oluyorum.. Ve aslında sen de ben de birbirimizi daha iyi anlıyoruz..
Anlardık..
Bu yüzden bir fıçı..
Bir fıçı susmuşluk..
Bir fıçı çizim..
Bir fıçı yol..
Bir fıçı bakışma..
Daha fazlası..
Hergün hazırlanırken saçlarımı yandan tarıyorum..
Ne zaman yüzüme baksan saçlarımı yana ayırırdın sen..
Sen mutlu ol diye alıştım ben de..
Şimdi her sabah seni anıyorum..
Canım sıkkınken film izlemeye gidiyor elim..
Sen her hafta ''Sincap bu filmleri sever..'' diyerek bana tonlarca film getirirdin.
Belki birini belki hepsini izlerdik, bitiremediğimizde ben tüm filmleri izlerdim..
Bazen de uyuyakalırdım..
Cumartesi geceleri hep biralarımızı alır izlerdik biz.. Her cumartesi..
Aslında ben hep uyuyakalırdım omzunda..
En güzeli de sabah kalkıp yarım kalanları ve nicesini bitirmekti.
Yarım kalan şişeni ben bitirirdim, yarım kalan ekmeğimi sen yerdin.
Biz hiç bırakmadık ki öyle..
Belki hep tamamlamaya çalıştığımızdan yarım kaldı bu zaman..
Bizim ''Zaman''ımız yarım kaldı zamansızlıktan.
Her şeyi yarım bıraksak belki, o zaman daha mı başka olurdu?
O zaman birbirimizi tamamlamanın yükünün altında ezilmez miydik?
Bilmiyorum..
Tom Waits çalıyor..
Saçlarımı yandan tarıyorum..
Ve az sonra gene seninle keşfettiğim bir yönetmenden film izleyeceğim..

18 Şubat 2018 Pazar

Her şey çok güzeldi 1 aydır. Seninle konuşa konuşa, acıma tuz basa basa seni atacaktım içimden.. En dibi görmeden yukarı çıkılmıyordu hani? Daha ne kadar dibi görebilirim bilmiyorum..
İçimin bu kadar derin olduğunu da bilmiyordum işin özü.
Yaşanılanlara bağlanıp yalanlarla yaşamak arzusundayım.
Geçmişe yalan demek ne kadar doğru?
Ama bir şekilde inanılanlar gidince insana yalanmış gibi geliyor.. (Sen bir şeyi söylemeyi unuttuğumda -yalanmış demek ki- derdin..O geldi aklıma)
Sorun da hep bu değil mi? Her şey seni anımsatıyor. Birisi kurduğum cümleleri anlamadığında gözlerim dolmaya başlıyor. Çünkü biliyorum..
Sen anlardın.. Yazmakla, söylemekle başlamadı mı her şey?
Son mesajında , -Yüzünü görmeden önce sevdim.Tanışmadan tanıdım. Heyecanını, coşkunu,gözlerinde hüznü görmeden sevdim.- demiştin ya, işte en vurucusu o zaten.
Böylesi anlaşılabilme, kendimi ait ve ait olduğu için de özgür olma hissini aldın benden.
Demiştim ya her gün kendime -Güzel olacak..- yalanlarını veyahut tesellisini söyleyerek başlıyorum diye, olmayacağını biliyorum.. Gün içinde kafamı dağıtmaya ne kadar çabalıyorsam yatmadan evvel gözlerimden -incilerim- dökülmeye başladığı an üşümeye başlıyorum.
Bu öylesi katlanılmaz bir üşüme ki, ruhumun ve bedenimin her zerresini ele geçirmeye başlıyor.
Güneş öldü..
La Sagra da Familia asla tamamlanmayacak..
Machu Pichu'da aynı anılar gibi sular altında kaldı..
İçtiğim rakının her yudumunda bir matem var artık..
Güzel olan her şey şu an bir enkaza döndü.
Bu kadar güzel olmasaydı da bu kadar acı çeker miydim?
Bilmiyorum inan..
Köşedeki duvarda yazan Gülten Akın sözünden bile nefret ediyorum artık.
Senin, benim, bizim gözlerimizle hayata bakmaktan yoruldum.
Benliğimi Kaz Dağları'nın en derin noktasına gömmek istiyorum. Kendime dair en ufak bir şey bile hatırlamak istemiyorum inan..
İnsan kendinden vazgeçince unutabilir mi?
Ben artık böyle yersiz umutlara bağlanmaktan da sıkıldım.
Keza hep en başta buldum kendimi.
Bitmeyen bir yas tutma içerisindeyim.. Ben ne ara bu kadar güçsüz düştüm?
O kadar çok üşüyorum ki anlatmak pek de mümkün değil.
Dedim ya, benliğimi Kaz Dağlarının en derin noktasına gömmek istiyorum..
Hasan ile Emine'nin aşkı gibi Kaz Dağlarında bizim ruhumuz da huzur bulur belki..
Ve ben, o kadar çok üşüyorum ki.. 

13 Şubat 2018 Salı

Bir Nev-i Karalama

Dün yatmadan sana şöyle bir cümle yazmışım:
Seni sevmek Dünya'nın en büyük yalnızlığı..
Şu an içim benliğimi aşacak gibi hissediyorum..Bir o kadar da bir şey yapmak istemiyorum.
Senden sonra kimseyi sevemeyeceğimi hissediyorum.. Belki de erkenden konuşuyorum, bilmiyorum..
Kafam o kadar karışık ki..
Dünya'ya ilişkimizin gözünden başka şekilde bakamıyorum. Her şey o kadar yerli yerinde gözüküyor ki bu ilişkide, biten ilişkide..
Sanki tam olması gereken şekilde olmuş gibi. Neden bittiğine dairse tek mantıklı cümle kuramıyorum.
Her şey o kadar kusursuz geliyor ki geçmişe bakınca ve hala.
Dünya'da beni bir sen sevebilirmişsin de bu sevgi de bitince kendim bile kendimi sevemez olmuşum gibi.
Herkese gülmekten çok sıkıldım, sana bile..
Her şey yolundaymış gibi davranmaktan çok sıkıldım.
Osmangazi Tramvayı geçerken ''Stadyum'' durağından geçeceğini bilerek üzülmekten çok sıkıldım mesela.
Ne yapacağımı bilememekten de..
Her yerde anıların olmasından sıkıldım, ama bu anılardan kaçınca öleceğimi bilmekten de..
Ruhumda çok büyük bir yer ölüyor ve ben buna katlanamıyorum.
Öylesine yaşayamıyorum. Ben seninle yıllardır aradığım hayat amacımı bulmuş idim.
O kadar canım yanıyor ki şimdi..
Sevilmek var olmak ile eş değer benim için, biliyorsun..
Şimdi var olmayan bir ruhun bedenini idare etmeye çalışıyorum.
Sıkıldım..
Seni sevmekten vazgeçebileceğimi sanmıyorum, vazgeçmek istediğimi de sanmıyorum hoş..
Bile bile lades benimki..
Dedim ya, Seni Sevmek Dünya'nın en büyük yalnızlığı..

7 Şubat 2018 Çarşamba

Zorunda Kalmışlığın Zorunluluğu..

Her sabah umut ümidiyle uyanıyorum.
Her sabah kendime diyorum ki bugün mutlu olacağım.Sabah mahmurluğunun ve uyku ilacından kalma sersemliğin uyuşmuşluğu ile hep bunları diliyorum..
Her sabah..
Sürprizler istemsiz olur ya hani ben onlar beni bulsun diye bir çok kapı açıyorum.
Kendini hazırlayan bir sürpriz belki beni mutlu eder diye.
Bugün yazarını bilmediğim bir yazı okurken Tanpınar okumalıyım dedim..Sonra farkettim ki okuduğum yazının sahibi Tanpınar imiş. Sebepsiz güldüm.
Dedim ki evet bugün güzel geçecek..(Kendime sürekli bu zorunda kalmışlığın zorunluluğunu anımsatmak durumundayım ne yazık ki)
Sonra durdum gülmeye çalışarak. Kahvemden bir yudum aldım.. Sigarama gitti elim.
Ve gene içimin dayanılmaz boşluğu.. Orada idi işte. Coğrafyasını bilmediğim bir yerin körfezinde kasırgada kalmış bir gemi misali oradan oraya sürüklüyor beni.
Çok deniyorum.. Çok okuyorum.. Çok fazla küçük ayrıntıyı anlamlandırmaya çalışıyorum.
Bir dilek şişesi aldım.. İçinde bir dolu kum tanesi, denizin sonsuzluğunu ve tüm o kirlenmişliklere rağmen güzelliğini anlatırcasına da bir kaç minik deniz kabuğu vardır içinde. Bir de küçük bir parşömen kağıdı.
Bir dilek yazdım Beatles I Love Her çalarken.. (Bir çok şarkımız vardı ya bu şarkı en özeliydi sanki. Gittiğimiz yerde buluverirdi bizi.)
Fark ettim ki istemsizce yazdığım dilek de aynı umut ümidi gibi Dünya'nın anlamsızlık çukurlarında bir yerlerde dolanan cinsten.
Tüm bunları biliyor iken ve şu an burada yazıyor iken de daha kötüsünü yaşamaya devam edeceğim.
Yazmayı bırakacağım.. Her zaman yaptığım gibi bir müzik açacağım veyahut yeni aldığım kitabı elime alacağım.
Sonra diyeceğim ki kendi kendime:
''Bugün mutlu olacağım, bugün güzel birgün olacak.''