31 Aralık 2020 Perşembe

Yeni Yıl

 Yeni yıl..İmiş..
Berbat bir seneydi.. Şu an bunları yazarken gerçekten biraz olsun gülebilmeyi ve biraz olsun umutlu olabilmeyi o kadar çok isterdim ki..
Ama gerçekten benim için 2017 kadar kötü bir seneydi.
Ben bu sene beni ben yapan çoğu şeyden vazgeçtim..
En başlıca olanları da umut etmek, hayal etmek ve sevmek..
Ve bir de içten şekilde gülebilmek sanırım, içten olabilmek
Bunları yitirmeye başlayalı epey olsa da bunu gerçekten fark ettiğim sene oldu bu sene.
Damlanın taşma anı de sen ona ya da tam kırılma noktası klişe tabir ile..
Sevmekten asla yorulmayacağımı sanırken ondan bile yorulup vaz geçtiğim sene de..
Gülmeyi, heycanlanmayı delicesine isterken , onlarsız bir hayatın ilk adımı de ya da..
Anlaşılmayı, kendini anlamayı ararken kendinden vaz geçme yılı de..
Ve en çok da beklemeye başladığın sene de..
Neyi beklediğini bilmeden beklediğin, ama her nefes almanda, ağlamanda, yaşadığın her nefeste beklediğini bilmeye başladığın sene de..
Bana iyi gelmedin 2020.. Bana artık mutsuz bile olmamayı öğrettin..
Korkarım ki bundan sonraki senelerde de karakterime yaptığın bu etki net şekilde kendini belli edecek.
Dilerim bir mucize olur beni eski kendime inandıracak..
Dilerim..

28 Aralık 2020 Pazartesi

Uykusuz

 Yine kış ayları..

Yine uykusuzum..

Sevmediğim soğuk ya da kapalı hava ya da kar değil asla..

Uyuyamamayı, kalp çarpıntılarımı, karanlıktan korkmayı, mide ağrılarını sevmiyorum ben..

Önceleri pofidik pamuk şekerlerinden ibaret anılarım, yağmur altında, kar altında saatlerce dolaştığım anılarım ağlama krizlerine, bir şişe serum ve sakinleştiriciye, yıllarca ve tonlarca hapa döndüğünden beri, yalnızlıktan gecenin bir körü aynada kendimle konuşmaya dönmeye başladığından beri sevmiyorum..

Şimdi her şeyi değiştirmeye, ilaçlardan uzak kalmaya ant içtiğim bir sene de yine uyku fobimle başbaşayım..

Yine gözlerim yorgunluktan erimiş bir dağ gibi ve yine uykusuzluk midemden tüm vücuduma yayılan zehir gibi..

Başladığım noktadayım..

Yine ve yine..

23 Aralık 2020 Çarşamba

23 Aralık 2017

 Tam üç sene oldu bugün biz ayrılalı..

Tam üç sene oldu biz dost olalı(:

Hayat çok tuhaf.. O zamanlar yazdığım yazılara bakıyorum da, acıyı da mutluluğu da, kahkahayı da göz yaşını da.. Dibine kadar yaşamışım en saf hali ile..Bana duvarlar ördüren de, ördüğüm duvarların aksine bu denli sevmeyi sevmelerim de hep bu saflık yüzünden sanırım.

İyi’ki ayrıldım dediğim değil de, iyi ki sevgilim olmuş sonrasında ise dostum, diyebildiğim bir insanın hayatıma girmesine bin şükür..

Çok şükür kahkahalarıma..

Ve çok şükür yeri geldiğinde gözyaşlarının da tükenebildiğini görecek kadar ağladığım gecelere..

Ve -davşanlı- senelere çok şükür, ve -sincaklı-..

Ağladığım günlerin aksine ve senelerin.. Şu an öyle huzurlu ki içim..

İyi’ki ayrıldıktan sonra çevremdeki 100 insanın 100ünü de dinlemeden gitmişim Akçay’a.. İyi ki dinlememişim kimseyi de -eski sevgiliden dost olmaz- lafına kürekle vuracak şeyler yaşamışım..

İyi’ki ama iyi’ki..

16 Aralık 2020 Çarşamba

Rahatlattı Kendini

 Her sene gün gün yazmaya karar verip de asla yazamadığım günlüğüm gibi oldu burası.. Bugün bir alıntıya denk geldim.. O alıntıdan fazlasına gerek yok bugün için..

“ Kısa bir süre şarkı söyledi, birasından içti, bir gözyaşı damlası süzüldü gözlerinden, rahatlattı kendini. Yaşam böyle işte”

15 Aralık 2020 Salı

Sarıl Onlara..

 Yaş aldıkça sevgilerine, acılarına, yıpranmışlıklarına, mutsuzluklarına sarılmaya başlıyorsun.. 

Saf bir mutluluk ya da huzur olmuyor istediğin, hepsini geride bırakarak; onlarla birlikte bir huzur arar oluyorsun seni bambaşka bir insan yapacak kadar acıtsa bile..

Sanki tüm sevgini onlara verecekmişsin gibi sarılıyorsun onlara, belki de onlar da gitmesin diye..

14 Aralık 2020 Pazartesi

Şiir

Baş ucunda şiir kitapları olan insanlar..

Onlara sarılmak istiyorum..

Konuşmadığımda beni bir tek onlar anlayabilecek sanki..

Nasıl ki, ben her daim kaçıyorsam şiirlere anlaşılmak için ve gittikçe büyüyen ve bedenime asla sığmayan ruhumu baş ucumdakilerle sakinleştiriyorsam, sanki aynı şekilde onlar da anlayacaklar beni..

Ah keşke, keşke onlar için resimler yapabilsem, onlar için kelimelerimi dökebilecek kadar birikimli olabilsem.. 

Ama işte..

“Ne gelir elimden insan olmaktan başka..”

8 Aralık 2020 Salı

Düşünce..


 Bir süredir aklımda olan ve yeni yeni fark ettiğim bir şey var..

Biri ile vedalaşma düşüncesi, bir daha görememe düşüncesi, beni vedalaşmaktan ve görememekten daha çok üzüyor..

Hayatın içinde yok olup giderken bir şekilde boşluklar doluyor belki de..

Dolmayan düşünceler ve hisler oluyor..

Vedalaşmadan evvel karnına kramplar girerken, uykuların kaçarken; belirli süre sonra buruk bir özlemden, eski bir rüyadan başka bir şey olmuyor yaşananlar..

Özlemin büyüse bile içinde, anıların kokusu tütse bile burnunda; o vedalaşmadan önceki hüzün asla olmuyor..

Belki de yaşamadıklarımızdan korkuyoruzdur; yıpranmışlıklardan, aşınmışlıklardan, yorulmuşluklardan..

Bu kadar aşınmışken bir yenisini kaldıramama korkusundan.. 

Klişeler bunlar.. 

Ama ben, yıllar geçse bile vedalaşma düşüncesinin sancısından çıkamayacağım..

Renklerle, mekanlarla ama en çok sevdiğim insanlarla ve sevdiğimi belli edemediğim insanlarla vedalaşma hissinden, hiç ama hiç çıkamayacağım..

1 Aralık 2020 Salı

Bir şeyler..


 Şiir kitabı almaz olmuşum artık..

Az evvel fark ettim bunu..

En son şiir kitabımı ne zaman aldığımı bile hatırlamıyorum..

İnsan neden vaz geçer peki? Ve yahut ara verir şiirlere, yenilerine.. Kaybolmalarına ve arayışlarına..

Şiir kitabı almayı bıraktığımdan beridir bunların ve fazlasının kiminden vaz geçtiğimi kimine ise ara verdiğimi anlıyorum şimdi şimdi..

Bitmeyen kaçmalarım, korkmalarım.. Cesur oldukça, güçlü olmaya çalıştıkça kaybolmalarım..

Ah benim canım An’larım ve benliklerim..

İçimdeki şarkılar gibi, şiirler gibi hem tükenip hem bana beni hatırlatıyorsunuz.. 

Siz tükendikçe size sarılmalarım, özlemelerim öyle artıyor ki..

Ah keşke, keşke bu kabuk birgün sonsuza dek atomlarına ayrılsa..

18 Kasım 2020 Çarşamba

Ne yazacağımı bilmeden açtım bu sefer.. 
Kötü bir insan olmadım, olmamaya çalıştım ömrüm boyu.
Her daim her hareketimde kendimi sürekli eleştirerek bir karakter yaratmaya çalıştım.
Sonunda aşındım, çok fazla aşındım..
Ama bu yöntemimi değiştirmedi asla.. Çünkü kendime karşı nesnel olmamak gibi bir durumun söz konusu olmayacağı benim vaz geçemeyeceğim gerçeklerden biri idi..
Parçalanıyorum gittikçe daha fazla.
Karmaşıklaşıyorum, düğüm oluyorum. 
En çok kendimle savaşıyorum..
Yaşarken ve aşınırken bazen damlalarım, önündeki herhangi bir engeli asla görmeyen dev dalgalara dönüşüyorlar..
Damlalarım öfke oluyor, kahkaha oluyor, hüzün oluyor, çaresizlik, intikam, umursamazlık, duygusallık, hissiyat oluyor.. 
Bir anda evrenin tüm hislerini aynı anda hissediyormuşum gibi ele geçiriliyorum zaman geçtikçe..
Ama dilim.. Dilim asla cesur olmadı.. Burasının haricinde kalemim de öyle..
Bir yanım üzülmeleri seni mutlu etsin derken bir yanım canımı yaksalar dahi sürekli destek olmak istiyor hayatımdakilere.. 
Neden böyle? 
Asla kestiremiyorum.. 
Korku mu bu? 
Onu da bilmiyorum gerçekten.
Sadece aşınıyorum.. 
İçim büyürken dışım taşlaşıyor.. 
Ömrünün sonuna gelmiş bir yıldıza dönüşüyorum.
Robotlaşırken rengarenkleşiyorum.
İçime dönerken kahkahalarım ve renklerim ve çeşitliliğim artıyor.. 
Parçalanıyorum her aşamada.. 
Bunun sonu ne bilmesem de..
Ve kafam aynı yazının 7. mısrasında değişmesi kadar karmakarışık.. 
Anlamsızlıkların evreninde bu da anlamsız bir yazı olarak kalsın..

13 Kasım 2020 Cuma

İNANMAK VAZGEÇMEKTİR..


İnsan kendi değerini kendi belirliyor bu hayatta..
Bu bildiğim ama sürekli kendime hatırlatmam gereken bir durum ne yazık ki..
Anı yaşamayı bir dönemler yapmam gerektiğini düşünürken şimdilerde evrenin en üç kağıtçı kaçma yöntemi olarak düşünüyorum.. 
İnsan ancak kaçması gerekiyorsa anı yaşamaya başlıyor. 
Zamanı biz bölmüşken, ve geçmişi, geleceği ve şimdiyi kendimiz yaratmışken ancak kendimize uydurduğumuz kılıflardan biri gibi geliyor anı yaşamak, değersizleştirmek..
Bilmek asla yaşamak değil..
Keza hissetmek de öyle
Durup, bir nefes alıp düşündüğümde asla içinden çıkamadığım şeyler oluyor ne yazık ki
İnsanların gösterdikleri yönlerinden çok farklı olması gibi
Gösterdikleri personalarına çok güzel köle olmaları gibi
Kölesi oldukları personalarını bile bile onlara inanmak gibi..
En büyük zaafımız bu ne yazık ki..
İnanmak.. Gördüklerimize inanmak, bildiklerimize değil.
İnanmak istediklerimize inanmak aksini görsek bile..
Anı yaşamak ve anı yaşarken kaçmak en çok.
Kaçarken kendinden uzaklaşmak biraz da..
İnanırken kendinden uzaklaşmak
Kendi değerini değersizleştirerek öteki olmalara sığınmak gibi.
Kendin olmakla yüzleşememek belki de en çok yalnız kalmaktan korktuğun için.
Değişmenin kaçınılmaz olduğunu bilirken, kendin olarak değişmekten korkmak mesela..
Çünkü yalnız kalmaktan, yalnız kalırken yüzleşmekten korkmak..
En büyük zaafımız dedim ya inanmak diye, belki de en çok kendine inanmamaktır bu.
Olanlar üzerine, olmuşlar üzerine düşünürken ve bunu kendine gard edinirken 
Yapabileceklerin üzerine, yaşayabileceklerin üzerine
Kendin üzerine düşünmekten kaçmak..
Çoğu zaman bin bir tane kılıf uydurarak..
Çoğu zaman umursamazlık kisvesi altında veyahut önemsizleştirerek , tekilleştirerek belki de..
Hayal kurmaktan kaçarak en çok, değiştirebileceğine dair gücü bulmadığın için kendinde..
Kendine inanmamaktır en büyük zaafımız..
Dedim ya, sürekli tekrar etmeliyim kendi değerimi kendim belirlediğimi..
Bir kırmızının peşine düşerek galaksileri dolaşabileceğimi unutturmamalıyım kendime..
Şatafatlı maskelerini takmış insanların aslında sadece birer tutsak olduklarını tekrar etmeliyim en çok da..
Hayal etmeli, yaşamalıyım..
En uç noktada hissederek, hayal ederek, kaçmayarak kendimden..
Zamanı bölmeden asla ve geçmişi ve şimdiyi ve geleceği bölmeden hiçbir zaman.
Kendi kendimi robotlaştırmaya başladığım zaman hayal etmeliyim en çok da..
Çevremdekileri bir rengin peşine sürükleyerek evrenime katmalıyım..
Ve en çok ama en çok hayal etmeliyim..
Kırmızı'nın ve Güneş'in asla bitmediği yerleri..

14 Ekim 2020 Çarşamba

Bir süredir susmaya mahkum ettim kendimi..
Her zamanki tekerrürlerimden bir tanesi daha.
Sanki susarsam alışırmışım, dönüşürmüşüm gibi.
Her zamanki tekerrürlerden biri daha..
Yine aynı şeyleri yaşarken yine tam dayanamama, çıldırma anında
Yine aynı kelimelerle. 
Hislerini anlamak için yazmaya zorlamaya çalışarak kendimi.
Susmaya mahkum ettim kendimi.. 
Bu seferki bir öncekilerin aksine daha az maske takarak.
Çevreye gülümsemeler saçmadan bu sefer
Ve biraz daha acımasızca.
Belki biraz daha az yorucu olur diye düşünerek. 
Ve değişeceğime ve gerçekten biraz olsun hissizleşeceğime inanarak.
Gene buradayım.. Yazıyorum..
Her kelime bir yok oluş gibi benim için. 
Yazdığım her kelimede eksilmelerimle yüzleşir gibi.
Değişiyorum evet..
Bazen acımasız, bazen sinirli, bazen çocuk, bazen kırmızı..
Ama hep eksiliyorum..
Ben neden hep eksiliyorum..
Neden eksilmelerim hiç ama hiç değişmiyor.
Oturup saatlerce kitap okuyamıyorum mesela..
Ya da en sevdiğim şarkıyı saatlerce dinleyemiyorum..
Yürüyemiyorum saatlerce hiç düşünmeden ve gülemiyorum..
Her şey biraz değişiyor..
Her şey yenisi gelsin diye eksiliyor bazen..
Sadece eksilmenin kendisi ve aynı kalmama ve özlem ve o yumru..
O hiç ama hiç değişmiyor. 
Bir de.. Edip işte.. 

-Yok artık pek konuşmuyoruz
Benim sözlerim eksildi
Onunki de eksildi
Zaten kelimeler sonludur
Öyle değil mi
Donuk donuk bakışıyoruz
Ben ölüme iyice yakın
O yaşamaktan uzak
Öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz
Karanfiller ölürken
Karanfillerden bir deniz-

23 Haziran 2020 Salı

Bazı anlar oluyor ansızın
Bazı kareler,
Saçma ve anlamsız kareler
Önemi asla olmayan kareler
Gözünün önüne geliveriyor insanın.
Yazarken dahi zaman ağırlaşıyor sanki, sebepsiz.
Sesler yavaşlıyor, etraf flulaşıyor
Ve o zaman içinde bir yerlerde hep tutunduklarına veda etmen gerektiğini anlıyorsun
Belki de kafandakine inanmak istediğini kavrıyorsun
Belki de kafandakine inanmak istediğin yalanına inandırmaya çalışıyorsun kendini
Bilemiyorum.
Ama en üzen şey ile bile seni vedalaşırken
Zorlanıyorsun.

10 Haziran 2020 Çarşamba

Ne zaman okusam bir şeyler,
İzlesem..
Gözlesem ve yahut hissetsem..
Kelimesi önemsiz olmak ile birlikte her ne yapıyorsam ve ne oluyorsa,
Bana çok acı çektiren veyahut hiç fark etmediğim,
Önemli olan hayatımda veyahut fark etmediğim..
Her ne oluyorsa hayatımda, hayatta, zamanda..
Her şey aynı bir nehrin akması misali durmaksızın seyrinde devam ediyor.
Yaşadıklarımız ve tüm bu olanlar..
Karmaşadan, anlamsızlıktan, içinden çıkamadığımız çaresizlikten ibaret dahi olsa
Gene kendi yolunu bulup devam ediyor bir şekilde.
Bizim anlamlarımız anlamsızlığı oluşturuyor..
Bunca anlamsızken bunca acı çekmek neden peki?
Bildiğim halde neden böylesi dağılmışlığımlayım hala
Hatırladığım anılarımdan itibaren çok yanlış bir yapbozun çok doğru parçalarıymış gibi kenetli hayatım.
Çerçevenin dışına taşmak doğasıymış gibi sanki.
Fikri dahi sorulmadan taşmak istediğiyle ilgili
Ve bunu bilirken ve devam ederken

Kavrayamadığım anlamın en anlamsız parçalarından biri olmaya mahkummuş gibi..
Renkler bile beni artık anlatmaya yetmezken
Ve bilirken bu yapbozun kendisi olduğumu
Ve yanlış giderken bir şeyler
Nasıl akacağımı bilmeden ve daha da beteri bir şekilde seyrine devam edeceğini bilirken
Nefes almak hakikatten çok zor.
Çok fazla..

7 Haziran 2020 Pazar

Özlüyorum ve vaz geçiyorum..
Hissetmekle lanetlenmiş bir ruhum.
Hem de her dakika ve her saniye bunu istemezken.
Ne kadar çok kendime kararlar da alsam, her an ve her an,

Ne kadar çok dersler çıkarsam veyahut ilerlesem, düşsem , bakmasam geriye,
Uymaya çalışsam zamana ya da dursam sadece bazen..
Ya da..
Kaçsam da..
Durmadan, durmaksızın..
Her şeyi en çok da kaçmak için yapsam.
Bahanelerime inansam kaçmak için..
Bir yerde her rengin bittiği o derin karanlıktayım gene..
Ve sen.. Morun, yeşilin en güzel rengi.
Ben yoruldum artık.
En çok zamandan..
Yorulur mu hiç insan zamandan deme..
En çok zamandan yorulur insan veyahut zamansızlıktan veyahut ait olmamaktan.
Ne der isen sen ona.  Zamanın varlığı yoruyor artık beni.
Ve sevmekten de yorulurmuş hakikatten de insan..
Farklılığı severken, farklılığın düşünü kurarken ve bilmediği bir yeri düşlerken de yorulurmuş.
Bilmediğin ve farklı olduğunu bildiğin bir yeri özlemek nasıl bir şey bilir misin sen hiç?
Öyle zor.. Öyle yorucu ki..
ÇatıdakiFiller'im senin de bildiğin gibi şimdi gidiyorum.
Her daim kaçtığım kahkahalarımın arasında kendimi saklamaya kaçıyorum usulca.
Uzaktan uzağa özlemenin ve yas tutmanın en silik hali olarak kahkahalarıma sığınıyorum ben.
Dedim ya:
Özlüyorum ve vaz geçiyorum.

1 Haziran 2020 Pazartesi

Ne yazacağımı bilmeden gene karşındayım benim canım ÇatıdakiFiller'im..
Bunalmışken içim ve gene kendimi tam manası ile bir küpün içinde hissederken belki diyorum sen benim içimi çözersin..
Sen bir nebze olsa kendimi anlatırken anlatmamı sağlarsın.
Hoş, hayatımda her an değişim, dönüşüm veyahut devinimler olmasına karşın bir tek kafa karışıklığımın baki kalması da üzücü.
Yazıya başlamadan evvel kim bilir kaçıncı kez kullandığım o meşhur mısra ile başlamak istedim gene:

-Anlaşılmak değil mi ama sanki kimsenin olamaz-
Anlamak mı derdim, anlaşılmak mı..
Artık buna bile cevap veremiyorum canım ÇatıdakiFiller'im.. Çünkü artık kavrayamıyorum.
Çok klişe bir biçimde ruhumu yaşlanmış hissediyorum ve bilinenin aksine çocuk tarafım bir personadan ibaret.
Personam beni yormaktan ziyade beni dinlendirirken ve ele geçirmesini isterken beni, aksi olmaya başlıyor ve gerçek kimliğim, arkada bırakmak istediğim kimliğim, nefes bile almadan kaçmak istediğim benliğim beni ele geçirmeye çalışıyor.
Anlamıyorum benim canım ÇatıdakiFiller'im..
Midemdeki o ağırlığın sebebini, boğazımdan doğru yükselen ve tarifinin ve hissinin kelimelerle asla anlatılamayacak denli tuhaf olan hissin sebebini asla anlamıyorum.
Ve günlerdir uyuyamıyorum benim ÇatıdakiFillerim..
Kendimle karşılaşmaktan mı korkum, yoksa benliğimi keşfetmenin huzursuzluğumu?
Tam olarak kestiremiyorum.
fakat uyuyamıyorum..
Ve yazarken yazarken fark ediyorum ki canım ÇatıdakiFiller'im,
Zaman'ın olduğu bir Dünya'ya ait değilim ben asla.
Varlığımın zaman ile çeliştiğini düşünüyorum..
Ve birbirimizi gittikçe yok ettiğimize.
Ne kendiliğimin anlamı kalıyor zaman varken..
Ne de Zaman'ın anlamı kalıyor ben hala mevcut iken.
Birbiri ile yaşamak zorunda kalan ve birbirini yok eden iki güç gibiyiz.
Yapamıyoruz..
Kelimeleri,renkleri, müziği..
Her şeyi anlamsızlaştırmaya başlıyoruz bir arada iken..
Uyumamak bile anlamını yitiriyor, hayal kurmak bile karmaşıklaştırıyor.
Ve sevmek ve sevmek ve sevmek..
Sevmek ve sevilmek.. -Değil mi ama- Sanki kimsenin olamaz..

2 Nisan 2020 Perşembe

Uyku ile uyanıklık arasında bir zaman evresi vardır.
İnsan Dün-ya'nın tüm seslerinden izole bir şekilde, kendine karşı, zamanına karşı, daha nesnel olduğu bir evre..
Zamanın anlamsızlaşıp, kavramsızlaşıp, sadece düşüncelerin olduğu bir evre..
Düşündüklerin ile empati kurabildiğin bir evre
Hiç o evrede çakıldığını hissettin mi?
Tüm enerjini kaçmaya harcarken, farkında olmaksızın karşılaştın mı nesnelliğin en ağır yüzü ile?
Cevaplardan korktuğunu ve onlardan kaçtığını, tam olarak onlarla yüzleştiğin an anladığın bir an?
Yaşadığın diğer anlara benzemeden,
Bağımlısı olduğun hissetmenin en gerçek hali ile,
Bir daha karşılaşmak istememecesine,
Yüzleştiğin oldu mu hiç?
-Sevgim acıyor..- diyor ya Turgut Uyar..
Daha ne söylenir ki üzerine..
Sevgim, benliğim, kendiliğim acıyor..
Fotoğraf: karloroberts

21 Şubat 2020 Cuma

Sana anlatmak istediğim, söylemek, sormak istediğim tonlarca şey var..
Sadece seninle keşfedebileceğimi düşündüğüm renkler mesela.
Sadece seninle susabileceğim zamanlar,
Hissedebileceğim rüzgarlar,
Atabileceğim kahkahalar..
Ama susup kalıyorum karşında..
Dilim mühürleniyor, aklım, zihnim hepsi kilitleniyor.
Ne ileri gidebiliyorum ne geri dönebiliyorum.
Sen orada konuşurken durup dinlemek ve gülümsemekten başka şey gelmiyor elimden.
Ses tonunu duyup şükrettikten hemen sonra yerimde öylece kalma zindanına mahkum oluyorum.
Ne kadar konuşamazsam o kadar hapsoluyorum
O kadar çok duruyor zaman.
Sen eğlenirken ve gülerken ve öylesi güzelken ben yalnızca susabiliyorum.
Asla anlayamadığım bir şekilde senden o kadar çok çekiniyorum ki.
Tek bir şey söylesem sanki her şey daha kötü olacak gibi
Ve tek bir şey söylediğim anda toparlanamayacakmışım gibi.
Tek bir susma anındayım.
Öylece karşımda evrenin en güzel zerresi olarak yaşarken sen gene bildiğim sonlardan birine hazırlıyorum kendimi.
Öylece durup yaşamadığımız, evrenin her hangi bir boyutunda nasıl yaşayacağımızı ancak hayal edebildiğim anları düşlüyorum.
Ve birgün seni bir daha asla göremeyeceğim bir yere gideceksin sen.
Kitaplarının arasında, kitaplarınla birlikte hayallerini de alarak parmak ucunda o çok istediğin dinginlikle gideceksin.
Bir daha görüşmesek ve konuşmasak ve yollarımız dahi kesişmese bile özleyeceğim seni.
Olasılıkların sonsuz olduğu evrende, en olasılıksız anları düşleyerek özleyeceğim.
Ve bir de;
Öyle güzelsin ki..

14 Şubat 2020 Cuma

Bilmemek Bilmekten İyidir

Bir basit kareye tonlarca şey yazılabilir..
Söylenebilir..
Her daim içimde gördüğüm güzellikleri, yazma denemesi yaptım bu kez de..
Çatıdakifiller benim yazı laboratuvarım olmasın mı?
Yıllardır onca şeye tanıklık etmişken bunu istememek ona haksızlık olur gibi bir yerde..
Yıllarca güzellikler hep beni mest etmiştir..
Güzelliğe olan tutkum yadsınamaz bir gerçek sanıyorum ki.
Bir renk görsem doğada farklı ve öylesi uyumlu, oraya ait ve oraya ait olmamasını da düşünememekten kaynaklı olarak kusursuz,
Direk hayaller kurmaya başlıyorum.
Hayalini kurduktan bir saniye sonra unutacağım hikayesi oluyor her güzelliğin.
Tekrar görürsem şayet yüzümde tanıdık bir gülümseme bırakan fakat hikayesini asla hatırlayamadığım hikayeler.
Böyle böyle güzelleştiriyorum belki hayatı, belki de içimde asla bıkmadan çocuk kalmaya direnen o kırmızı kıyafetli minik afacan yüzünden.
Kestiremiyorum asla..
Neyse..
Canımın en içlerinden Asaf Halet Çelebi bir şiirinde şöyle diyor:
'Bilmemek bilmekten iyidir
Düşünmeden yaşayalım
Mâra'

Sahi mümkün mü cidden düşünmeden yaşamak sayın Asaf..
Karşımda olsan da konuşsaydık seninle..
Düşümde kurduğum ve kafamın içindeki karmaşaları çözeceğine inandığım rakı soframızda sana da koyardık bir kadeh.
Bu kadar kendimizden kopmadığımız ve rakının şiir koktuğu zamanlardaki gibi kalabalıklarımızı içinden kaçılmaz ve fakat kaçınılmaz olması da öylesi kusursuz bir doğallıkta olan zamanlarda buluverirdik kendimizi.
Bir kırmızı tonu veyahut bir fluluk..
Adını koyamayacağım türde yazılar yazdırabilirdi insana..
Ben buna kelimeleri renklendirmek diyorum kendi içimde.
Sanki her rengin bir dili varmış da insanlara yaptığımız gibi öyle çok dinlememişiz ki onlar da susmuşlar gibi..
İnsanlık da bir gün susar mı sayın Asaf?
Susarsa bir gün insanlık,

Rahatsız olmayacağımız zamanlar gelirse sessizlikten
Anlar mıyız acaba birbirimizi..?

Ve bir son söz olarak diyor ya yokken bile beni en çok anlayan Edip'im
'Kişi kendindeki karşıtlarla yaşıyor. Çoğu kez de birinden birini seçerek..'' diye,
Benliğimiz;
Bu bitmeyen karmaşasından mı hayatın,
Görmeyi unuttuğumuz renklerinden mi kusursuz doğanın,
Yoksa duymayı unuttuğumuz seslerinden mi kendimizin ve çevremizin ve söyleyecek sözü olan her şeyin,
Bu kadar karışık..
Anlamıyorum..
Ve kalabalıktan bıkmış ve acı çeken kendiliğimdeki karşıtım, güzellikler karşısında hayaller kuran karşıtına karşı zoraki bir seçimde bıraktırıyor kendini.


13 Şubat 2020 Perşembe

Dişimi sıkıp her defasında bir anlam bulmaya
Umudumu devam ettirmek için sebep aramaya devam ediyorum.
Ama bazen öyle anlar oluyor ki neyi tutsam elimde kalıyor.
Kafamdaki karmaşalardan yorgun düşüyorum.
Konuşmak istemiyorum ama o kadar çok şey anlatmak istiyorum ki.
Böyle her şeyin bir bir yıkıldığınıı hissettiğin bir an oluyor.
Her şey yalanmış gibi geliyor insana.
Tüm hayaller, renkler, konuşmalar ve her şey.
Sürekli olarak kendine söylediğin ''Geçecek''lerin bile yalan olduğunu anlıyorsun.
Başın dönmeye ve sadece içinde bulunan boşluğu yaşamaya başlıyorsun.
Önceden de buna benzer şeyler yaşadığımı hissediyorum.
Lakin belli bir dönemden sonra sanırım insan tüm bu hislere ek tükendiğini hissediyor.
Nefes alamamaya, anlam bulamamaya, heyecandan huzurdan ve her şeyden kopmaya başlıyor.
Bir yerde gerçekten hissetmemek için yaşamaya başlıyor insan.
Zaman geçsin diye nefes almaya başlıyor.
Ve öncekinin aksine bu sefer gerçekten geçecek mi emin değilim.

12 Şubat 2020 Çarşamba

Baca Temizliği

Bugünkü yazım tamamen sana Çatıdakifiller..
Yarısına kadar gelip sildiğim yazılardan kopmak için belki
Belki içimde söylediğim tonlarca kelimeyi, yazıya dökmek istediğimde hepsini fırlatma isteğinden sıyrılmak için..
Belkiler çok fazla, karmaşam gibi..
Parametreler ve karmaşa ve renkler ve belirsizlikler ve anlam ararken daha çok anlamsızlığa düşmelerim ve daha çok anlaşılmak isterken daha çok içine kapanmalarım..
Belki diyorum belki de önemi kıldığım için yazmak istemedim bunca şeyi.
Belki önemsiz kılsam akıverecekti her şey..
Bilmiyorum..
Bir sürecin başındayken minik adımlarımdan bu da,
Öylesi hissediyorum ki.
Çok fazla anlaşılmak istedim canım Çatıdakifiller..
Öyle çok anlaşılmak istedim ki bazen, saatlerce konuşmak istedim..
Heyecanlarımı paylaşmak, renklerimi, hayallerimi paylaşmak istedim...
Beraber heyecanlanmak istedim çoğu zaman
Tanımadıklarımla,tanıdıklarımla..
Zıplamak, dans etmek, hayal kurmak istedim çok fazla..
Olmadı canım Çatıdakifiller..
Seni ilk açtığım zaman bile meçhulken seni bile anlaşılmak için açtığım şüphesine kapılıyorum zaman zaman.
Bunu itiraf etmek ne kadar zor da olsa belki tanımadığım biri okur da belki heyecanlarımız farklı renklere başkalaşır diye düşündüm belki.
Belki de tanıdığım biri okur da kendi içime birlikte bakarken elimi tutar belki bir şarkı mırıldanır dedim..
Olmadı Çatıdakifiller..
Çok fazla sevdim,hissettim, korktum, üzüldüm, mutlu oldum ve nicesi..

Hissetmenin aşığıydım ben her zaman..
Hisleri boyamanın, hayalleri boyamanın..
Hayallerle boyamanın..
Bütün heyecanları yaşamak isterken sadece tek bir kişi ile birlikte susabilmenin huzurunu istedim belki de.

Ah yanındayken huzurla susabildiğin insanlar öyle kıymetliler ki..
Kendime baktığımda hep bulutların üzerinde parmak ucunda zıplayan kırmızı kıyafetli bir çocuk hayali geliyor gözlerimin önüne..
Belki de hep bir yanım hayal kuran bir çocuk kaldığı için anlaşılamadım..
Anlayamadım da..
Birinin hislerine dokunup susmanın kusursuzluğunun yanında
Gürültülü karmaşık ilişkileri asla anlayamadım mesela..
Anlık gülmelerle zaman geçirmeye başladım ben de onlar gibi..
Ama her daim odama geldiğimde ne kadar güldümse o kadar söyleyemediğim,
Beni bana karşı sustukça susturan kelimelerim oldu..
Canım Çatıdakifiller..
Şimdi fark ediyorum ki yavaş yavaş anlaşılma umudundan da, beraber susabilmenin hayalinden de vazgeçiyorum..
Sevdiğim şairlerde, keşfedeceğim renklerde kendi kendimi anlamaya çalışıyorum sanırım günden güne..
Konuşmak değil de gürültülü şekilde dinlemek istiyorum günden güne..
Güneş'in sarısını da turuncusunu da ve kırmızının her tonunu da sana ve kendime saklıyorum canım Çatıdakifiller..
Ve son bir söz olarak da;
''Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya

Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum''

25 Ocak 2020 Cumartesi

Bu evrende aynı dili konuşabilmek yasak..
Nefes almak yasak..
Özgürce, zamansız,, mekansız, sıfatsız ve kalıpsız sevmek yasak.
Bu evrenin kuralları evvelinden koyulmuş gibi sanki ve karşı geldikçe daha da sertleşir gibi,

Uyarladıkça daha da kalıba sokar gibi..
Neden aynı dili konuşamıyoruz?
İki insan aynı şeyleri hissederken ve söylerken neden sıfatlandırılmak zorunda.
Paylaşamaz mıyız ruhlarımızı?
Özgür kılamaz mıyız sınırlandırmadan,kalıplandırmadan?
Kavrayamıyorum..
Nefes almanın kusursuzluğunu fark edememeleri..
Somutluğa , büyük hareketlere ve daha fazlasını istemenin anlamsızlığını
Kavrayamıyorum.
Bir şarkının güzel bir cümlesinde geçebilmek veyahut bir rengin kusursuzluğuna dalmak kadar basitken hayat insanların nasıl bu kadar karmaşıklaştırdığını,
Veyahut evrenin bu kadar fazlaca kalıba sokmalarını
Kavrayamıyorum asla..
Diyorum ya,
Bu evrende aynı dili konuşabilmek yasak,
Aynı yalnızlığı paylaşmak, aynı renkleri sevebilmek yasak..
Kavrayamıyorum..
Kavrayamıyorum..

24 Ocak 2020 Cuma

Anlamak Yordu Beni..

Yaşamda bazı şeylerin asla değişmediğini anladığın anlar oluyor bazen.
Lanet diyorsun kimi zaman..Şanssızlık oluyor bazen, bazen zamansızlık oluyor bazense yanlış yer...
Her zaman saklanmanın bir yolunu buluyoruz bahanelerin ardına.
Bir şekilde kabullenmekten kaçmanın yolunu ediniveriyoruz ansızın.
Öylece durup beklemeye başlıyorsun sonrasında.
Beklemelerin bitti sanarken ve gerçekten yaşamaya başladığını düşünürken aslında sadece duruyormuşsun..
Durduğun yerde duran zamanı resim yaparak anlamlı kılmaya çalışıyormuşsun.
Zaman durur mu hiç?
Duruyormuş işte..
En çok bunu anladığında kırılıyorsun.
Hissetmekten kaçtıkça ve bunu başardığını sandıkça daha fazla başa dönmeye başlıyor insan.
Ve şaşırıyor da..
Mutluluktan karnının ağrıdığı günlere, heyecandan onbinlerce adım yürüdüğü zamanı düşündükçe şaşırıyor insan..
O an anlıyor işte en çok zamanın durduğunu.
Bir adım atacakken duvara toslamayı, eylemlerini gerçekleştirirken ve hayatı devam ederken ruhunun hep aynı yerde kalmasını o zaman anlıyor.
Zamanın ruha ait olduğunu en iyi o zaman anlıyor.
Ve kafası da karışabiliyor bazen insan ama en çok herkesin aynı olmayı düşlediği zamanlarda.
Farklılıkların ve inceliklerin kusursuzluğu, dinlemenin ve konuşmanın, konuşurken susabilmenin ve en çok da susarken anlatabilmenin kusursuzluğunun unutulmuş olduğunu görünce şaşırıyor.
Sevme hürriyetinin bile tutsak olduğunu görünce, hisler kadar özgür iken onlar kadar tutsak olduğunu fark edince şaşırıyor..
Bazı şeylerin hiç değişmediğini anladığı anlar dedim ya hani işte tam o zamanlarda sadece daha fazla anlamaya başladığını zamanı çok daha fazla durdurmaya başladığını anlıyor.
Edip'imin dediği gibi aynı..
''Kısaca söyleyeyim anlamak yordu beni..''

20 Ocak 2020 Pazartesi

Kahverengi...

Hayatımda ilk kez kahverengi bir huzurunu tahayül edebiliyorum.
Kafam karışık aynı renkler gibi.
Ama tek bir görüntünün özleminden vazgeçemiyorum bir süredir.

Her şey çok farklı renkte gibi ama her şey kahverengi gibi.
Her renk benim için bir hikaye anlatır, bilirsin..
Belki de ancak tahmin edebilirsin moru, yeşili, kırmızıyı..
Şimdi hikaye yazdığım, hikayesini kendi yazan bir kahverengi var ruhumda..
Ruh da demek istemiyorum öyle sınırlı ki kelimelere hapsetmek.
Kendi hikayesini yazdı kahverengi evet, aynı zaman gibi..
Belki de gerçekleşmeyecek bir hikayenin hayalini kurdu kahverengi.
Zamanın gerçekleşmemesi gibi..
Zamanı ruha, ruhu, hayale dönüştürmek gibi bir kahverengiden bahsediyorum.
Tüm renklerin ve kelimelere hapsolmuş anlamların birleşimi gibi bir hayal bu.
Kitaplardan örülmüş duvarlarda, evrenin en kırmızı kahve kokusuyla sarılmış bir hayal bu..
İçeri sızan ışık evrenin en güzel şarkısını söylerken,

Biz orada unutulmuşuz kahverengiliklerde..
Hiç konuşmuyoruz, ihtiyacımız yok gibi konuşmaya..
Sanki konuşarak beklemişiz de bunca zaman artık birbirimizin susmalarına saklanıyor gibiyiz.
Bir minik mimik ile tonlarca şey anlatıp ufak bir sarılmada tüm evreni kucaklamış gibi hissediyoruz.
Dedim ya kendi ve belki de hiç gerçekleşmeyecek hikayesini yazdı kahverengi bilmeden.
Sen orada dururken ve ben içimde evrenin en karmaşık hikayelerini her saniye tekrar tekrar yazarken,

Daha çok susuyorum..
Konuşmak anlamsız geliyor.. Ve ben ilk kez nasıl yaşayacağımı bilmeden,
Kendini sınırlandıran kelimeleri melodilerle özgürleştirmeye çalışıyorum..
Senin hayalinden kaçarken daha çok saklanıyorum kendi içime..
Daha çok konuşmak isterken fazlalaşıyor susmalarım.
Kendim olamıyorum, uzun bir süre sonra insan nasıl kendi olabilir sorusuna yanıt bulamıyorum.
Sana baktıkça kocaman bir dünyanın varlığını bilmek belki de sadece ummak ve bundan kaçmakla sanki geçiyor zamanım..
Kaçmakla en çok evet..
Bir şeyleri sürekli olarak yaparak ve hareketle ve yersiz cümlelerle doldurmak beklemeleri..
Çünkü susmak en büyük konuşmalara dönüyor artık..
Ve ben ''Susarak katlanıyoruz her mutsuzluğa..'' sözüne artık saklanamıyorum..
Melodisi ve ruhu aklımda olan kelimeleri bile hatırlayamazken sonu olmayan bir kovalamaya dönüyor her şey. 

Sen oradasın...
Evrenin en güzel kahverengiliğiyle duruyorsun karşımda..
Ve sana sadece bakarken ben adım atmaya korkuyorum delicesine.
Kendi düşüncelerimden ve hayallerimden korkuyorum,

Yaşamaktan korkuyorum..
Ama öyle güzelsin ki orada öyle dururken bile..
Sana bakıp şarkılara sığınmaktan şiirlerde kendimi aramaktan fazlasını yapamıyorum..

Dedim ya kendi ve belki de hiç gerçekleşmeyecek hikayesini yazdı kahverengi bilmeden.

1 Ocak 2020 Çarşamba

'Susarak Katlanıyoruz Her Mutsuzluğa'

Bitmiş bir 2019 var şimdi geride bıraktığım.

Öyle uzun öyle anlamsız geliyor ki bırakmak ve yaşamak ve karışmak..

Evet karışmak.. 

En çok da o anlamsızlığı bunca hissederken. 

Yaşadığım, hissettiğim, mutlu olduğum, 

yataktan saatlerce çıkamayacak kadar çok canımın yandığı,

sancılarımın olduğu,

Gülmekten düşünemeyecek kadar sarhoş olduğum yaşantılar..

O an bu kadar sivri yaşarken her şeyi, şimdi belki fotoğraf karesi veyahut sabah uyandığında hatırlamadığın bir rüyadan farksız olan o zaman dilimleri.

Hatırlayamazken ve karışırken ruhuna, tüm bu hissedilenlerin ve düşünülenlerin farksız olması ama bir yandan da o kadar aynı olması..

Öyle garip öyle tuhaf ki..

Nasıldı diye düşünüyorum dünden beri 2019 için..

Gerçekten bir cevabım yok..

Yaşadım, yaşandım, yaşlandım..

Bu kadar hepsi.. Hissettiklerim önemsiz ve anlamsız.

İçimde her yeni dilimde oluşan renklerin laciverte dönmesi gibi, tüm renkleri siyaha çevirmesi gibi.

Anlamı olmayan her şey gibi yitip gitti o da.. Ve insan belli bir dönemden sonra en çok anlamı ararken en çok anlamsızlığı anlıyor sanırım.

Anlamak bile bu kadar karmaşıkken insanın böyle güç bir şeyi anladığından emin olması ne tuhaf sahiden..

Kişiler hep oldular.. Benim insanlarım..Sevdiklerim, nefret  etmek istediklerim, daha çok tanımak istediklerim.. Ve hiç tanışamadıklarım..

Hepsi silüetken asla yok olmuyorlar içimde.. Öyle sesli bir koro ki bu kendi anlamlarında kocaman bir anlamsızlık onların sesleri..

Ve zaman..

O kadar lafım yok ki bu rüzgara karşı.. Ancak bir alıntı ile anlatabiliyor 21 gramlık ruhum renklerini:


''Yaşlandık da ondan mıSusarak katlanıyoruz her mutsuzluğa
Saatlendiriyoruz günü
Bölüyoruz dakikalara
Bir hiç oluncaya kadar bölüyoruz onu.''



Susarak katlanırken ve bunca karmaşıkken her şey gene istemsizce ve her geçen gün çok daha anlamlı bir şekilde söylüyor 'Kırmızı' olduğu yerden Edip Cansever..

''Ne gelir elimizden insan olmaktan başka..''